BİLMEDİĞİN ŞEYİN PEŞİNE TAKILMA

“Bilmediğin şeyin peşine takılma. Çünkü kulak olsun, kalp olsun, hepsi bundan sorumlu tutulmuştur.” İsrâ Sûresi, 17/36 Bir insana ömür boyu tek başına yetecek hayat prensiplerinden birini de bu âyet ders veriyor: “Bilmediğin şeyin peşine takılma.”

Bu prensip, aslında, mü'minin imanından gelen ve bütün söz ve davranışlarında egemen olması gereken bir ilkedir. Çünkü iman, Kur'ân'ın bize ders verdiği şekliyle, bilmeden elde edilecek birşey değildir. Kur'ân'ın pek çok âyeti, eski bâtıl inançlarında diretenlerin "Biz atalarımızdan böyle gördük" şeklindeki mazeretlerin ardına sığındıklarını anlatır. Bir âyet-i kerime de, onların bu bahanelerini naklettikten sonra, sorar: Peki, ya onların ataları birşey akıl edememiş veya doğru yolu bulamamışlarsa? Bakara Sûresi, 2/170 Araştırma ve bilgi, imanın doğasında olan bir özelliktir. İnsan, inkâr ettiği şey hakkında bilgi sahibi olmayabilir; ama, iman eden, neye ve niçin iman ettiğini bilerek iman etmelidir. Bunun ardından da, imanını güçlendirecek, geliştirecek ve hayatına yansıtacak bilgiler gelir. Onun için, bir mü'mine yaraşan şey, imanının doğasında bulunan bu özellikle bezenmek ve onu bir temel kural olarak hayatının bütün alanlarına yerleştirmektir.

Özetlemek gerekirse: İnkârın temelinde bilgisizlik vardır; ona yaraşan şey inat ve taklittir. İmanın temelinde ise bilgi vardır; ona yaraşan şey de araştırmak ve öğrenmektir. Fakat her mü'minin bütün sıfatları her zaman imanın güzelliğini yansıtmayabiliyor; bir mü'minden beklenmeyecek hal ve davranışlar şu veya bu şekilde gelip bizim hayatımıza yerleşebiliyor. Onun için, Kur'ân da zaman zaman bize sorumluluklarımızı hatırlatıyor ve davranışlarımızın sonuçları hakkında bizi uyarıyor. Bu konudaki uyarısında ise, kalbimize, yani varlığımızın en gizli ve derin niteliklerine varıncaya kadar herşeyimizle sorumlu tutulacağımızı da hatırlatıyor. İlgi çekici olan husus, âyetin sorumlu olarak sıraladığı şeylerin "pasif" durumda olan, bir eser göstermeyen organlar oluşudur. Kulak işitir, göz bakar, kalpten duygu ve düşünceler geçer. Bunlar ise, dilin söylemesi, elin işlemesi, ayağın yürümesi gibi "aktif" birer eylem değildir. Fakat Kur'ân suyu baştan kesmekte, insanı bilmediği şeyin peşine takacak sebepleri temelden bertaraf etmektedir. Bu durum, âyeti, sanki bugün nazil olmuşçasına, doğrudan doğruya bizim zamanımızla ilgili hale getiriyor. Bir düşünün insanın kulağını, gözünü, kalbini sorumlu duruma düşürecek şeylerin bugün bizi her taraftan nasıl kuşattığını: İnsanların özel hayatlarının en gizli tarafları, medyanın en açık ve revaçta malzemesi haline gelmiş durumda…

Taklit, hayatın tüm alanlarına sirayet etmiş; bundan en uzakta bulunması gereken bilim dallarında bile birtakım anlayışları körü körüne izlemek bir "bilimsellik" ölçüsü olarak sunuluyor. İnançlar konusunda hergün yeni bir akım, bir moda ortaya çıkıyor ve ardından insanları sürüklüyor.

Kısacası, insanlar, tarihin hiçbir döneminde görülmemiş yoğunluktaki telkin kampanyaları ile kuşatılmış bulunuyorlar. Ve bu kampanyalar, sabah gözünü açtığı dakikada insanın yakasına yapışıyor; evinde, işinde, yolunda, girip çıktığı her yerde, bir an olsun onu kendi fikriyle baş başa bırakmıyor. Şöyle sıradan bir günümüzde, sıradan bir saatimizi gözden geçirecek olsak, bu bir saat içinde kulağımızı, gözümüzü ve kalbimizi meşgul eden işler nasıl bir liste teşkil ederdi dersiniz? Böyle saatlerle dolu bir gün, böyle günlerle dolu aylar, yıllar ve bir ömür, ürün olarak ortaya ne çıkarır? Arkada ne bırakır? Önümüze nasıl bir hesap koyar?

İşte, Kur'ân'ın âyeti, günümüzü hedefin tam ortasına yerleştirerek, bizi, imanımıza yaraşan bir hayata çağırıyor ve şunu öğütlüyor:

Mü’min, bir bilgiye dayanmayan, kendisine bir yarar sağlamayan, kendisini sorumlu duruma düşürecek şeylere ne kulağını verir, ne gözünü çevirir, ne de kalbini açar. Onun hayatı böyle değersiz şeylerle hebâ edilecek, çöplüğe çevrilebilecek bir hayat değildir; o aziz bir hayattır ve büyük bir emanettir. Mü'min, ancak dünyada ve âhirette kendisine ve hemcinslerine yarar sağlayacak olan şeylerin peşindedir; bunu da bilerek yapar. Ancak, bu öğütü hayata geçirebilmek için, İsrâ Sûresinin buyruğunu önümüze koyup tekrar tekrar hatırlamak gerekiyor:

"Bilmediğin şeyin peşine takılma."

Ümit Şimşek